Asrı Aşan Sırlar

Baykuş Kafasını 270 Derece Nasıl Çevirir

Amerikalı iki bilim adamının baykuşlar hakkında yaptıkları araştırma tüm dünyayı şaşkına uğrattı.Baykuşların kafasını 270 derece nasıl çevirdiklerini araştıran bilim adamları ,çok önemli ölçüde bilgi sahibi olduklarını ve baykuşların kafasını 270 derece nasıl çevirdiklerini tespit edip konu hakkında önemli buluşlar yaptıklarını belirttiler.
İşte Aytıntılar;
Şok Buluşlar: Baykuşların kafalarını 270 derece nasıl çevirdiklerini araştıran bilim adamları, “Biz bunu yapmaya kalkışsak beynimize giden kan dolaşımı kesintiye uğrar ve bayılırız.” dediler.
Fakat ABD’de iki bilim insanı, baykuşların kafatası ile boyunlarında çok farklı bir kemik ve damar sistemine sahip olduğunu tespit etti.
*Bu özellik sayesinde, damarlar zarar görmüyor ve baykuş kafasını 270 derece çevirdiğinde bile kafasına kan akışı kesilmiyor.ABD’deki John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Phillippe Gailloud baykuşların bu soruna birden fazla çözüm ürettiklerini söylüyor.*Baykuşlar gece avlandığı için başlarını bu şekilde çevirmek zorunda; çünkü gözleri kafatasındaki göz çukurlarında sabit durumda bulunuyor. Bu yüzden görüş alanlarını değiştirmek için başlarını hareket ettirmek zorundalar.*Baykuşların boynu insan boynundan daha esnek: Onlarda 14 boyun kemiği varken bizde 7 tane var. Ama bundan ziyade baykuşun oksijenli kanı beynine taşıyış şekli etkileyici bir beceri içeriyor.Bu sadece baykuşa değil, diğer kuşlara da özgü bir durum. Fakat baykuşu diğerlerinden ayıran şey boyun kemikleri arasında ana atardamara daha geniş bir alan sağlanmış olması.

Dr Gailloud, insanda boyun kemikleri arasındaki boşluğun sadece damarı barındıracak genişlikte olduğunu, fakat baykuşta bu kanalın damardan 10 kat daha geniş ve hava torbacığıyla kaplı olduğunu söylüyor.*Baykuşlar ana atardamara ek olarak bağlantı sağlayan ve kan için alternatif dolaşım yolu olanağı sunan çok sayıda küçük damara da sahip. Böylece başı çevirirken ana damar engellenirse de yedek damarlar devreye girebiliyor.*Baykuşların boyun arterinin kafatasının alt bölümüne yakın bir yerde geniş bölmelere sahip olduğu ve bunların da kan rezervuarı olarak işlev gördüğü de tespit edildi.*Master tezini baykuşlar üzerine yapan Kok-Mercado, “baykuşlarla ilgili bilinebilecek her şeyi bildiğimizi sanıyorduk, ama teknoloji sayesinde yeni özelliklerini keşfediyoruz” dedi.

Yaprak kesici Karıncaların iş birliği

Hiç kestikleri yaprakları başlarının üzerinde yuvalarına taşıyan binlerce karıncanın tek sıra halinde yürüdüğünü gördünüz mü? Binlerce üyesi olan karınca kolonisinde karıncalar müthiş bir düzen içinde yaşarlar. Daha doğar doğmaz her karınca kolonideki görevini bilir. Kolonide hiçbir karışıklık çıkmaz, hiçbir kargaşa yaşanmaz.

Toprağın altındaki yuvalarında karıncalar bir yandan besin üretip depolarken, bir yandan yavrularını gözetir, bir yandan kolonilerini korur ve bir yandan da savaşırlar. Terzilik yapıp, tarımla uğraşan, hayvan yetiştiren karınca kolonileri bile vardır. Aralarında çok güçlü bir iletişim ağı bulunan bu canlıların yaşamı, toplumsal örgütlenme ve konularında uzmanlaşma açısından incelendiğimizde, hiçbir canlı ile kıyaslanamayacak bir üstünlüğe sahip olduklarını görürüz. Karınca topluluklarında her birey kendi üzerine düşeni eksiksiz olarak yapar, çünkü hepsi ilhamla hareket eder. Allah’ın kendileri için belirlediği görevi kainattaki milyonlarca canlı gibi eksiksiz yerine getirirler.
Şüphesiz müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip yaydığı canlılarda da kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)

Denizaltında yaşayan muhteşem bir varlık: Denizanaları

d5Masmavi okyanusların derinliklerinde, kimsenin görmediği kapkaranlık denizlerde Allah muhteşem sanatını sergiliyor. Birbirinden güzel renklerde denizanaları sakince süzülüyorlar. İman hakikatlerinden bahsetmek insanların imanlarını arttırdığı ve onları Allah’a yakınlaştırdığı için çok önemli. Her bir yaratılış mucizesi Allah’ın sonsuz aklını ve ilmini gözler önüne seriyor. Bizlere de araştırmak, öğrenmek ve Allah’ın kâinatın her köşesine koyduğu izleri takip etmek düşüyor.
Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi, 4)
Bugün sizlerle milyonlarca yaratılış mucizesinden biri olan denizanalarından bahsetmek istiyorum. Denizanalarının vücut şekli çoğunlukla yayvan ya da kubbeli bir şemsiye şeklindedir. Poliplerden daha karmaşık yapılı canlılardır. Hayvan ileri geri hareket ederek yüzer. Gövde disk şeklindedir. Disk kısmı bu canlıların hareketini sağlamakla görevlidir. Bunun altındaki ağız kısmı’ ise tentakül denen çok sayıdaki dokunaçları içerir. Bu dokunaçlar avlama görevini üstlenmiştir. Gövdenin dış kısmında epidermis ve iç kısımda gastrodermis bulunur. Gastrodermis deniz analarındaki sindirim boşluğunu çevreler. Epidermis ve gastrodermis arasında jelatinimsi bir görünüş hakimdir. Bu yüzden İngilizler de deniz analarını ‘JELLYFISH’ olarak adlandırırlar. Deniz analarının vücutlarının %95′ ini SU, %4 ‘ü TUZ, %1 ‘ i de PROTEİN’lerden oluşur.


Deniz analarının kalpleri, beyinleri, kemikleri, pulları ve gerçek gözleri yoktur. Sinir sistemleri sinir ağı biçiminde şekillenmiştir. Epitel oku birbirine bağlanmış ve az miktardaki hücrelerarası madeden oluşuyor.
Denizanalarının beyinleri de yoktur. Bunun yerine sinir sistemleri ışığa ve kokuya duyarlı şekilde gelişmiştir. Küçük balıklarla ve diğer küçük deniz canlılarıyla beslenirler.

Gülen Örümcek

Bilim adamları bir örümceğin sırtındaki “gülümseyen yüz”ü görünce şoke oldu.
1993′ten beri, nesli tükenmek üzere olan örümcekleri yakından inceleyen İngiliz bilim adamı Geoff Oxford “Pasifik kıyısındaki, Havaii ormanlarını gezerken başka örümcekler görebilir miyim diye bir bitkinin yaprağını çevirince işte bununla karşılaştım. Gülümseyen yüzü görünce gülümsemekten kendimi alamadım. Çok şaşırdım çünkü bu türde böyle bir şeyle ilk kez karşılaştım”
dedi.Örümceğin sırtında böyle bir desenin gelişmesinin nedenini araştıran bilim adamları, Havaii ormanlarında yaşayan ve Theridion grallator olarak bilinen bu örümcek türünün giderek daha fazla bireyinde bu işareti görmeye başladı. Sırtında böyle bir desenin neden geliştiği konusunda ise çeşitli teoriler üretildi. Ama en fazla üzerinde durulan teori, bu örümceklerin, kendilerini korumak için bir çeşit kamuflaj geliştirdikleri yönünde.
Prof. Geoff Oxford “Kuşlar onlarla besleniyor. Ama bir kuş, daha önce hiç görmediği bir işaret ya da bir renk gördüğünde birkaç saniye durup bakar. Bu örümcekler de böylelikle kaçmak için zaman kazanabiliyor. Ancak bu şimdiye kadar ilk kez rastladığımız bir gelişme.
Gülen örümcek kuşkusuz diğer canlılar gibi Allah’ın muhteşem yaratılış örneklerinden biri. 

Allah bu canlıyı böyle yaratırken aynı zamanda ona müthiş bir koruma sağlamış. Hayvanın ise sırtında böyle gülen bir işaret olduğundan haberi bile yok. Hayvanlar tüm hareketlerini ilhamla yapıyorlar, bu doğru. Ama ilham deyince bu kelimenin ardında yatanın Allah’ın muhteşem koruması, şefkati, merhameti, tüm kâinatı sevgisiyle sarması düşünülmelidir. Allah tüm canlıları bulundukları ortamda en rahat edecekleri şekilde yaratmış, onlara da sınırsız rızıklar bağışlamıştır.
Bloghaber.net-Mert Arslanoğlu

Çömlekçi arıya verilen yuva yapma sanatı.
comlekci ari 4
Çömlekçi Arı yuvasını çömlek şeklinde yaparken.

Ormanın derinlikte küçücük bir arı mimarlık yapıyor ama kimsenin haberi bile olmuyor.

Hiç görmediğimiz bir yerde küçücük bir yaban arısı büyük bir maharetle çamurdan yaptığı yuvasında, larva halinde bulunan yavrularını çok ilginç bir biçimde besliyor: Önce büyükçe bir tırtıl buluyor ve tırtılın hareket merkezine ait 9 bölgesini sokuyor. Bu operasyon sonucu tırtıl ölmüyor ama felç edilerek hareket etmesi engellenmiş oluyor.Ardından bir ölü gibi hareketsiz olan tırtılı büyük bir dikkatle yuvaya sokuyor. Bu felçli tırtıl, yaban arısı yavrularının, erginleşip yuvadan çıkana kadarki yiyecek ihtiyaçlarını karşılıyor.

Burada Allah’ın gerçekten de muhteşem yaratış sanatı var. Küçücük bir arı önce hem yavrularının, hem de tırtılın sığacağı kadar küçücük bir çömlek yapıyor, sonra tırtılı öldürmeden ne kadar sokacağını biliyor, sonra onu taşıyıp yavrularını besliyor. Ormanın derinlikte küçücük bir arı mimarlık yapıyor ama kimsenin haberi bile olmuyor. Küçücük bir arının bunu Allah’ın ilhamıyla yaptığı çok açıktır. Allah hayvanlarda düşünmemiz için işte böyle güzel durumlar yaratır.
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. (Nahl Suresi, 68)Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 69)

Karıncalar nasıl iz sürerler?

Karıncalar özel bir koku salgılarlar.
Tüm böcekler içinde en büyük beyin ağırlığına sahip hayvanlar karıncalardır. Akciğerleri yoktur, mideleri iki adettir. Günde yedi saat uyuyan türleri vardır. Ömürleri kırk beş ile altmış gün arasındadır. Dolayısıyla kendileri için çalışmazlar, tabiattaki görevlerini yerine getirirler. Kraliçe karınca yıllarca yaşayabilir. Koloni nüfusları yüz binleri bulabilir.İşçi bir karınca yiyecek bulduğunda özel bir koku salgılar, yuvanın diğer karıncaları bu kokuyu takip ederler. Kendi ağırlıklarının yirmi katını taşımaya güçleri yeten bu hayvanlar yeni bir yiyecek buluncaya kadar eski iz üzerinde gidip gelirler. Bilim adamlarının yapmış olduğu araştırmalarda karınca türünün yok olması durumunda yeryüzündeki hayatın en fazla on yıl sürebileceği düşünülmektedir.

Bolas örümceğinin mucizevi taktiği.

Bolas örümcek. Kovboy örümceği.
Bolas örümceğinin avlanma yöntemi ise sıradışıdır. Önce kendi vücudunda çelikten daha sağlam bir ip üretir. Bu ipin ucuna da çok güçlü yapışkan damlacıklar yerleştirir. Böylece silahı bir kovboyun kementini andırmaktadır. Sonra bu ipi bir balık oltası gibi ağaçtan aşağı sarkıtır ve avını beklemeye başlar. Avını kendisine çekmek için ise mucizevi bir taktik uygular.

Vücudunda koku üretip salgılar! Nasıl mı?
Dişi güveler erkek güveleri çağırmak için feromon hormonu salgılarlar. Örümcek de bu kokunun aynısını taklit eder ve tuzağının ucuna yerleştirir. Üstelik bu feromonu isterse diğer böceklerin türüne uygun olacak özellikte değiştirebilir. Çağrıya aldanan erkek güve kokunun geldiği kaynağa doğru yönelir. Güve yaklaştığında örümcek kementini öndeki iki çift ayağına alır ve insan gözünün algılayamayacağı bir hızla kementini sallar. Yapışkanlı topuz kısmını havada uçurarak güvenin vücudunun üzerine çarptırır. Ve av yakalanır. Yapışkan madde böceğin üstüne yapışır, güve içeri çekilir ve Bolas örümceği onu yukarı doğru sarar. İncecik ama çok sağlam olan ipinin ucunda kendisinden daha ağır canlıları kolaylıkla taşıyabilir. Salgıladığı özel bir ipekle güveyi sarmalar. Bu ipeğin özelliği besini uzun süre taze tutabilmesidir. Böylece örümcek avını, daha sonra yemek üzere taze bir şekilde saklar.
Bitki Dünyası

Van Allen Kuşakları
Van Allen Kuşaklarının dünyaya yansıması.
"Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş'ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir.Güneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı Dünya'da hayat mümkün olmazdı.
Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür'dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya'nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya'ya özeldir.
Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2500° C'ye yükselmiştir.
Kısacası, Dünya'nın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mükemmel bir sistem işler.

Van Allen Kuşakları'nın yaşamımız açısından önemini Dr. Hugh Ross şöyle anlatmaktadır: Dünya,Güneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı Dünya'da hayat mümkün olmazdı.Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür'dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya'nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya'ya özeldir.Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2500° C'ye yükselmiştir.Kısacası, Dünya'nın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mükemmel bir sistem işler.



Mimar Sinan'dan 400 yıl sonrasına bırakılan mektup

Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebası Cami´nin 1990´li yıllarda devam eden rest...orasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı tv´de şöyle anlatmıştı.
Şehzade Camii'nin planı.

Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.
Kalıbı yaptık.
Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:
"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşaasını anlatıyordu.Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.


Güvelerdeki ses üstü dalgalar.
Bir hayvanın hayatta kalabilmesi için düşmanını ya da avını fark edebilmesi en acil ihtiyacıdır. Bunun içinse düşmanını çok iyi tanıması gerekmektedir. Bazı güve türleri bu konuda büyük bir avantaja sahiptirler. Çünkü en büyük düşmanlarının yani yarasaların avlanırken kullandıkları yüksek frekanslı sesleri duyup tanıyabilirler.
Araştırmalar sonucunda kulaklarındaki özel sistem sayesinde güvelerin, yarasanın avlanma sistemini deldikleri anlaşılmıştır. Yarasa ile ilgili haberler, güvenin kulağından merkezi sinir sistemine sadece iki lif aracılığıyla gönderilir. Basit bir yapıya sahip izlenimi veren bu sistem aslında güvenin ses üstü dalgaları algılamasını sağlayacak kadar mükemmel bir tasarıma sahiptir.

Tavus kuşundaki hikmet.



Güneş sistemini aktaran minber

Sayfayı okumak için lütfen üstüne tıklayınız.

Endülüslü Müslamanlar 

Ünlü denizci ve kaptan-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa (ö.953/1546) anlatıyor:

O kışı Tunus’ta geçirdik. Bahar günleri gelip, yeryüzü yeşil nebatlarla müzeyyen olup, gazilerin gönülleri bülbüllerin feryadı gibi cihad için cûş u hurûşa geldiği zaman yine deryaya açıldık. Dört kendi teknemiz ve dört de aktarmalardan sekiz pare tekneyi yağlayıp hazır ettik ve bir mübarek saatte kalkıp gazâya gittik. Muvafık bir rüzgâr ile İspanya yakasında Gırnata denen mahalle vardık. Bir burnun ucunda gizlenip yattık.Gırnata denilen dağda Endülüslüler olurdu. Endülüslüler o kimselerdi ki Rasulullah s.a.v.’in ashabı varıp oraları fetheylediklerinde Ümmet-i Muhammed’den canları isteyen pek çok müslüman orada kalmıştı. Sonra kâfirler bir fırsat bulup memleketi tekrar müslümanların ellerinden almışlar,mescidleri yıkıp yerine kilise yapmışlardı. Kendilerine baş eğen müslümanları haraca kesip, eğmeyenleri katletmişlerdi.Müslümanlar yer altında mescidler yapıp gizlice namaz kılıp ibadet ederlerdi. Oğlancıklarına Kur’an öğretip gizlice okuturlardı. Kızları olunca kâfirler zorla ellerinden alırlar, İslâm çoğalmasın diye birbirlerine verdirmezlerdi. Namaz kılıp oruç tutup Kur’an okuduklarını bilirlerse aman zaman vermeyip ateşte yakarlardı. Hasılı bu müslümanlar nice nice cevr ü sitemler çekerlerdi.Bu adamlar sahabe-i güzin silsilesinden idiler. Nice nice okunan tefsirler onların telifleri idi. Sonradan bunlardan nicelerini teknelere doldurup Arab yakasına döktük. O zamanlarda olan ahvaller de inşallah yerinde zikrolunur. Sekiz pare teknemiz ile o tarafları yakıp küffara çok zararlar verdirdik.Günlerden bir gün el-Emariyye önlerinde gezerken yedi kıt’a barçaya (yelkenli harp gemisi) rast geldik. Rüzgâr gayet çok olduğundan birine yetişip alıkoyduk. Ötekiler kaçtılar. Amma alıkoyduğumuz barça gayet ulu barça idi. İçinde çok mal ve büyük kâfirler vardı. Yedisi de Hind’den gelirlermiş. Meğer bu yedi barça Flandıra Beyi’nin imiş. Altısı selametle varıp yedincinin alındığı haberini götürdüklerinde kâfirler itler gibi ürüşüp eşekler gibi çığrışmaya başlamışlar. Yas ve matem girdabına batmışlar. Biz ise aldığımız barçayı Tunus’a gönderdik. Altı pare tekne ile kaldık. Beş on gün daha gezip biz de Tunus’a doğru dönüş edecektik.Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hatıraları (haz. Ertuğrul Düzdağ), 1/105-106.Gırnata’dan Cezayir’eBarbaros Hayreddin Paşa anlatıyor: İspanya kralına bir toplantıda papazlar şöyle akıl vermişler: “Müslüman Endülüslülere şöyle tenbih edersin; her kim hıristiyan dinine dönerse ne âlâ, dönmeyenleri hep ateşte yakarım, dersin! O zaman dönen döner, dönmeyeni ateşe atarsın. Senden önce ölen kral gibi bu işe ehemmiyet vermez de kendi hallerine bırakırsan ayinlerimiz hep bozulur. Müslümanlar, Mesih kullarını (hıristiyanları) da kendilerine çevirirler. Nizam ve intizam kalmaz. Sonra, bana niçin söylemediniz, demeyesin. Bunları söylemek de bize gerekir.” demişler.Kral bu mel’unların cehennemlik sözlerini duyunca hemen o saatte emir çıkardı ki: “Ne kadar kız ve erkek Endülüs (müslüman) çocuğu varsa, ana babalarının yanında durmasınlar, hep kiliselere taksim olunup İncil öğretilsin. Büyüklere de söylensin ki, vay Hıristiyanlığa dönmeyenin başına! Kim hıristiyan dinine dönmezse hepsini yakarız.”Endülüs müslümanlarının hepsi Gırnata dağında toplanmışlardı. Silahlarını kuşanıp dağa çıkmışlardı. Kralın bu haberini getiren kâfirin burnunu kulağını kestiler. “Lanet olsun size! Biz oğlumuzu uşağımızı vermeyiz. Kendimiz de İslâm dini uğruna birimiz kalmayıncaya kadar cenk ederiz. Ölenimiz şehit, öldürenimiz gazidir. Kralın olacak mel’una böyle söyle!” dediler. Elçi gelip krala ahvali ifade edip, kesik burnu ile kulağını gösterdi. Mel’un kral hiddete gelip: “Cümlesini kırın!” diye emir verdi. Hemen otuz-kırk bin atlı ve yaya gidip Endülüslülere karşı çıktılar. Allah’ın izni ile Endülüs müslümanları galip geldi. Kâfirlerin yarısından fazlasını kılıçtan geçirip tarumar ettiler. Çünkü onların olduğu Gırnata dağı çok sarp yerdi.Endülüs yiğitlerinden beş on şahbaz yiğit, aşağı yalı kenarına inip orada bir balıkçı barkosunu (büyük yelkenli) basıp aldılar. İçine girip yelken edip Cezayir’e geldiler. Olanları bana anlattılar. Verdikleri habere çok sevindim. “Gazanız mübarek olsun!” dedim. Hemen otuz altı pare çektiri (kürekli gemi)ye Deli Mehmed Kaptan’ı tayin edip Gırnata’ya gönderdim. Gemiler Gırnata dağı altına yanaşıp Endülüslüleri doldurup Cezayir’e getirdiler. Bu şekilde Cezayir’e getirdiğimiz Endülüslüler’in sayısı seksen bini buldu. Bunlar gazilere hizmet edip, bağ-bahçe yetiştirerek vilayeti mamur eylediler.Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hatıraları, 2/96-98.Taşınan Mısır HazinesiBarbaros Hayreddin Paşa diyor ki: Bahar gelip yetiştikte, yine seksen pare gemi ile taşra çıkıp gazaya teveccüh eyledim. Ramazan bayramını Gelibolu’da yaptık. Sonra kalkıp İşkiruz adasını fethettim. Biz burada iken bir haber geldi ki, “Andrea Dorya (Haçlı donanması amirali) otuz pare kalite (savaş gemisi) ile Mısır hazinesinin yolunu beklermiş!” O zaman donanmadan kırk pare gemiye Salih Reis’i serasker tayin edip gönderdim. “Var, Mısır hazinesini al. Boğazdan içeri koyup yine gel, ardımdan yetiş!” diye tenbih ettim.Salih Reis varıp, Mısır hazine gemilerini bekledi. İki üç gün sonra hazine gemilerine rast gelip, onları Boğazhisarı’na kadar selametle getirip salıverdi. Bu hizmeti eda ettikten sonra dönüp İstindil’de bana kavuştu. Salih Reis’e: “Andrea Dorya’ya kavuşmadın mı?” diye sual ettim. “Yok paşam, bir şey görmedim.” dedi. Meğer Andrea Dorya hakikaten Mısır’dan gelecek hazine gemilerini bekler imiş. Amma bizim donanma ile Akdeniz’e çıktığımızı duyunca soluğu Venedik körfezinde almış.Şevketlü padişah-ı âlem-penah hazretleri (Kanunî) dahi hazine gemilerinin korunması için kırk pare gemi tayin edip, hazine gemilerini bulup, selamet ile Boğazhisarı’na götürttüğümü duydukta pek memnun olmuş. İndinde çok makbule geçip bize hadsiz dualar eylemiş.İstindil adası denen adada Krigolar otururdu. Amma bazı Frenk kabilesinden dahi gelenler olmuştu. Bunlar Krigolar’dan kız alıp ev bark sahibi olmakla adada Frenkler de çoğalmıştı. Bunlara haber gönderdim ki: “Frenk taifesiyle karışıp aranızda kız alıp vermişsiniz. Şimdi onlar da sizin gibi padişah-ı âlem-penah hazretlerine cizye vermekliği kabul ederlerse hoş. Aksi halde onların yanında siz de yanarsınız!” Krigolar: “Baş üstüne!” deyip senede on bin Venedik altını vermeye kavl ü karar eylediler. İki senelik cizyelerini yirmi bin altın olarak aldık.Bundan sonra teker teker adalara uğrayarak bu seferde yirmi sekiz ada ve yedi kale aldım. Kimini gazilere yağma ettirip kimini cizyeye kestim. Yirmi binden fazla da esir aldık. Donanmanın azığı az kaldığından, çekilip Eğriboz’a geldim. Burada azıklanıp eksiğimizi giderdik.

Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hatıraları, 2/177-179.

Fatih’in Şâhi Topları

Fatih Sultan Mehmed çizimlerini bizzat kendisinin yaptığı devrin en büyük topunu evvelce Bizans hizmetinde bulunan Urbain isimli bir Macar yahut Ulah mühendisine, döktürmüştü. Bu topun Edirne’de dökülmesinde Mimar Muslihiddin Ağa , Saruca Paşa ve Urbain beraber çalışmışlardı.
İngiltere, Portsmouth, Fort Nelson'da Sergilenen Top
Üç ayda dökülen bu topun büyüklüğü ve çapı hakkında muasır tarihçiler muhtelif bilgiler vermektedirler. Françes; uzunluğu 5,5 metre, dış çevresi 2 metre 74 cm (9 kadem), yarı çapı 92 cm (kutru 3 kadem ) ağırlığı 18 ton kadardır demektedir. Top 544 kg (1200 libre) bazılarına göre de 680 kg (1500 libre) gülleler atıyor, bu gülleler 1,883 km (1 mil) mesafeye kadar giderek 1 metre 83 cm (6 kadem) derinliğinde toprağa gömülüyordu. Topun sesi 24 km ( 13 mil) mesafeden duyulmaktaydı.

Şahî adı verilen bu topların Edirne’de atış denemeleri öncesi, halkın heyecan ve korkuya kapılmamaları için şehre tellallar salınmış çıkacak dehşetli gürültünün sebebi önceden haber verilmişti.

Urbain’in döktüğü top ve diğer toplar 1452 senesi Ocak ayının sonlarında Edirne’den yola çıkarılmış ve ancak iki ay sonra İstanbul önlerine getirilebilmişti.

Büyük topun önünde Kraç Bey kumandasında on bin akıncı süvarisinden mürekkep bir kol gidiyor topu otuz, bazılarına göre elli veya atmış çift öküz müşkülatla çekiyordu.

Fatihin toplarından birisi Kırım Savaşı sırasında Çanakkale’de bulunmaktaydı. İngilizlerin alakasını çeken bu top General Sir John Lafroy’un yoğun girişimleri ve birçok müracaatları sonunda 1868’de Sultan Abdülaziz zamanında İngiltere’ye Kraliçe Victoria adına hediye edilmiş ve Londra kulesinin avlusunda teşhire konulmuştur. Bu gün kraliyet silah Koleksiyonunun bir parçası olan top Portsmouth şehrinde Fort Nelson top sergisinde ziyaret edilmektedir.


Hiç yorum yok: